head
2183026 810x458 75f08
Cuma, 29 Mart 2024

Akşener, “Mikrofon Delikanlılığını Artık Bırakın, Ve Gerekeni Yapın!"

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, "Ülkemizi soktuğunuz Suriye bataklığında, Mehmedim can veriyor, siz daha neyi bekliyorsunuz? Diplomasi seçeneği elbette kıyıda durmalı; Ama Mehmedim toprağa düşerken, ve bunu bir devletin askeri yaparken, lafı uzatmanın anlamı yok. Mikrofon delikanlılığını artık bırakın, ve gerekeni yapın!" dedi...

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, "Ülkemizi soktuğunuz Suriye bataklığında, Mehmedim can veriyor, siz daha neyi bekliyorsunuz? Diplomasi seçeneği elbette kıyıda durmalı; Ama Mehmedim toprağa düşerken, ve bunu bir devletin askeri yaparken, lafı uzatmanın anlamı yok. Mikrofon delikanlılığını artık bırakın, ve gerekeni yapın!" dedi.

mikroon delikanlığı 2 aksener mikrofon delikanliligini artik birakin ve gerekeni yapin h57802 3273a 4b81b

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, TBMM'de partisinin grup toplantısında milletvekillerine hitap etti.

Akşener, Maalesef yeni haftaya, yeni bir acıyla girdik…İdlib’deki askerlerimize yapılan saldırıda, 5 Mehmedimizi daha şehit verdik. Şehitlerimize Allah’tan rahmet, yakınlarına ve milletimize başsağlığı diliyorum. Bu olayın ardından yapılan açıklama ise, geçen haftaki açıklamanın aynısıydı.“Saldırı noktaları, ateş destek vasıtalarıyla ateş altına alınmış ve gerekli cevap verilmiş…”
Devletin sözüne inanmak durumundayız. Ancak bu inancımız, tahammül sınırlarını zorlayan bir noktaya geldiğimiz gerçeğini, ortadan kaldırmıyor. Evet, artık tahammülümüz kalmadı. Bu iş öyle açıklamayla falan olmaz. Ülkemizi soktuğunuz Suriye bataklığında, Mehmedim can veriyor, siz daha neyi bekliyorsunuz? Diplomasi seçeneği elbette kıyıda durmalı; Ama Mehmedim toprağa düşerken, ve bunu bir devletin askeri yaparken, lafı uzatmanın anlamı yok. Mikrofon delikanlılığını artık bırakın, ve gerekeni yapın!" dedi.

"Biz, ne zaman bu kadar ciddiyetsiz bir ülke haline geldik?”

Kazalar elbette hayatımızın bir gerçeği olduğunu belirten Akşener, “Ancak, işin uzmanları, her iki kaza için de, özveriyle yürütüldüğünden şüphe etmediğimiz kurtarma çalışmalarındaki, hatalara işaret ediyorlar. Gösterilmesi gereken dikkatin, gösterilmediğinden bahsediyorlar. Henüz aydınlığa kavuşmamış sorumsuzluklara dair iddialar var. Teknik bazı aksaklıklardan ve insan hatalarından söz ediliyor. Sabiha Gökçen’de yıllardır bitirilemeyen ikinci piste, ve bunun sonucunda kullanılmaya devam edilen, Sayın Bakan’ın tabiriyle, “yorgun piste” dikkat çekiliyor. Biliyorsunuz, İstanbul’da kaza yapan uçaktan hemen önce, aynı piste iniş yapmaktan vazgeçen, bir başka uçağın yolcularından biri de bendim. Aynı şartlarda, güvenlik gerekçesiyle pas geçen uçaklar varken, diğer bir uçağın inişine izin verilmesinin, ya da pilotların inme kararı verebiliyor olmasının, üzerinde düşünülmesi, ve detaylı bir inceleme yapılması gerekir. Ama yapılmıyor… Düşünsenize; Uçak pist dışına çıkıyor… Yardım için gelen özel harekat mensupları, havalimanındaki çukura düşüyor ve yaralanıyor. Ağır yaralı azazedeler, havalimanının ortasında ambulans bekliyor. Yeteri sayıda ambulans gelmiyor, yaralılar yolcu otobüslerinde taşınıyor. Tüm bunlar olurken, güvenlik elemanları, internete video yükleme peşinde… İktidara soruyorum; Allah aşkına; Biz, ne zaman bu kadar ciddiyetsiz bir ülke haline geldik?” dedi.

"Önlem dediğiniz, gelenin ateşini ölçmek midir?"

Bana ve partime yönelik tehditlerinizden, zorbalıklarınızdan, yalanlarınızdan korkmadık, ama bu ciddiyetsizlik, bu vurdumduymazlık beni korkutuyor diyen Akşener, “Hala, tedbirden önce, felaketin ardından ne yapıldığını, ya da ne yapılamadığını konuşuyoruz. Bu, “geç kalan” bir tartışmadır. Önce tedbiri konuşmalıyız ki, acılar azalsın. Buyurun size bir başka örnek: Dünya, Çin’den yayılan bir virüse karşı ayakta. Çin’de yaşananları gördükten sonra, “Acaba biz ne kadar hazırlıklıyız?” diye sormamız gerekir. Sars virüsü, domuz gribi, kuş gribi, Corona virüsü… Dünya doğal kaynaklarını tüketip, metropollere sıkıştıkça, salgın hastalıkların ardı arkası kesilmeyecek. Bugün, Corona virüsünden sakınsak, yarın başka hastalıklara karşı mücadele etmemiz gerekecek. Soruyorum: Olası bir salgında, hastanelerimiz, doktorlarımız, hemşirelerimiz, ne yapacaklarını biliyor mu? ABD aşı geliştiriyor. Rusya aşı geliştiriyor. Soruyorum: Türkiye’de herhangi bir kurum, bu senaryoya karşı herhangi bir çalışma yapıyor mu? Sorduk, “Ne önlem aldınız?” dedik.
“Uzakdoğu’dan gelen yolcuları termal cihazlarla tarıyoruz.” dediler. Ateşi çıkan yolcu varsa kontrol ediliyor, ateşi yoksa geçip gidiyor. Oysa virüsün kuluçka süresi, 15 gün. Bugün turp gibi sağlam biri, 10 gün sonra bir anda hastalanabiliyor. Soruyorum: Önlem dediğiniz, gelenin ateşini ölçmek midir? Karantina merkezimiz var mı? Maske, serum ve ilaç stoğu yapılıyor mu?"

"Peki yitirdiğimiz canlardan ne zaman ders alacaksınız?"

İş işten geçtikten sonra ailelere başsağlığına gitmek tedbir değildir. Cenazelere katılmak, tedbir değildir. Evi yıkılanlara ev tahsis etmek, tedbir değildir. Ölümcül virüslere karşı, dut pekmezi yemek de tedbir değildir diyen Akşener, "Tedbir almak, felaket başa gelmeden çalışmak, en kötü senaryoya göre hazırlanmaktır. Tabi ağaların keyfi yerinde… “Virüs gelirse, o zaman düşünürüz.” diyorlar. “Deprem olursa, çığ düşerse, ya da uçak kazası olursa, o zaman düşünürüz.” diyorlar. Tedbirli olmak sizin için bu kadar zor mu? Anladık, nasihatten feyz almıyorsunuz. Peki yitirdiğimiz canlardan ne zaman ders alacaksınız?" dedi.

"Kanal İstanbul’u değil, İstanbul’u depremden nasıl koruyacağımızı konuşalım"

Biz artık, “Alınan önlemler sayesinde can kaybı yaşanmadı.” gibi sözler duymak istiyoruz. Yaralıların, 5 dakika içinde hastaneye nakledildiğini duymak istiyoruz. Sorumluların ekranda ağlamasını değil, “Deprem oldu ama bir tane bile bina yıkılmadı.” demesini bekliyoruz diyen Akşener, “Bunları sadece eleştirmek için değil, bir seferberliğin başlaması için söylüyorum. Bakın; Uzmanlar, İstanbul depremi konusunda uyarıyor. İstanbul’da yaşanacak bir felaket, sadece İstanbul’u yıkıp geçmez; Türkiye’yi, Türkiye’nin ekonomisini de yıkıp geçer. Şimdiye dek atılan adımların, yetersiz olduğu aşikar… Ama geçmişi konuşarak, bu kadar önemli bir konuyu, siyasi polemik haline getirmek istemiyorum. İstanbul’un, siyasi polemiklerle kaybedecek vakti yok. Geçmişi bırakalım, bugün ne yapılması gerektiğini konuşalım. Kanal İstanbul’u değil, İstanbul’u depremden nasıl koruyacağımızı konuşalım.” dedi.

"İhtiyacımız olan, fetönün siyasi ayağını ortaya çıkarıp, siyasetimizi bu kirden, bu pastan temizlemektir"

Geçtiğimiz hafta, Sayın Erdoğan ile Sayın Başbuğ arasında yaşanan tartışmayı biliyorsunuz. Biz bu tartışmada, şahıslarla değil, kurumlarla ilgiliyiz diyen Akşener, "Biz bu tartışmada, kimin ekmeğine yağ sürüldüğüyle ilgiliyiz. Bu tartışma, fetöyle mücadele edenlere mi, yoksa bizzat fetönün kendisine mi yarıyor? Biz, işte bu sorunun cevabıyla ilgiliyiz. Meclise adım attığımız günden beri verdiğimiz önergelerle, fetönün siyasi ayağının araştırılmasını istedik. Bizzat şahit olduğunuz gibi, kendileri dışında herkesi fetöcü ilan eden Ak Parti ve küçük ortak, bu önergelerimizi her defasında reddetti. Şimdiyse, fetö tezgahlarının mağdurlarından, Genelkurmay eski Başkanı, 2009 yılında yapılan bir yasa değişikliğine, gece yarısı yapılan bir eke dikkat çekti. “Askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmasının önünü açan düzenlemeyi, bizzat fetönün istediğini” söyledi. Karşılığında aldığı cevap, Ak Parti milletvekillerine, “Gidin dava açın.” çağrısı oldu. Oysa o sözler, bir yorum değil, bir durum tespitiydi. Türk Ordusu’na kurulan tuzağın, nedenini sorgulayan sözlerdi. İşin ilginç yanı, aslında Sayın Erdoğan’ın da kabul ettiği bir sürece işaret ediyordu. Sayın Erdoğan çıkıp, ne demişti? “Kandırıldık. Önce Allah, sonra milletim bizi affetsin.” Türkiye’yi, 15 Temmuz ihanetine götüren sürecin gerçekleri ortadayken,
kurumlarımızı yıpratacak yeni hamlelere, yeni sözlere karşı dikkatli olmalısınız. Kurumlarımızın daha fazla yıpratılmasına izin veremeyiz. İhtiyacımız olan, fetöyü sevindirecek kavgalar değildir. İhtiyacımız olan, fetönün siyasi ayağını ortaya çıkarıp, siyasetimizi bu kirden, bu pastan temizlemektir. Bu, samimiyet ister. Bu, kararlılık ister. Bu, her tür hesaptan arınmış, cesur adımlar ister. Biz buna varız. Buyurun, bir kez daha çağrı yapıyorum; Madem bizim önergelerimize destek vermiyorsunuz, O zaman, siz bir önerge verin, “fetönün siyasi ayağını araştıralım.” deyin, biz, sizin önergenize destek verelim. Çünkü Türkiye’nin bu hesabı artık kapatması lazım. Kapatmadıkça, bu yara kanamaya devam edecektir." dedi.

Kıbrıs Türktür, Türk Kalacak!

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ndeki bir başka utanmaza değinmek istiyorum diyen Akşener, “Türkiye’yi işgalci gibi tarif edebilen, Hatay’la kavuşmamızda büyük emeği olan Tayfur Sökmen’e laf söyleyebilen, bir başka utanmaz: Mustafa Akıncı. Rahmetli Rauf Denktaş’a hakaret etmeye utanmayan Ak Parti politikalarının eseri: Mustafa Akıncı. Kendisine en güzel cevabı rahmetli Rauf Denktaş veriyor: “Üzerinde hür yaşayalım diye canlarını kanlarını vermiş olan insanların, bize bırakmış oldukları toprakları, mirasyedi gibi ne satabiliriz, ne de bırakıp kaçabiliriz. Sonuna kadar koruyacağız.” Ben, Kıbrıs Türklüğü’ne inanıyorum. Ben, bu sözleri şiar olarak benimseyen, Kıbrıs Türklerine güveniyorum. Ankara’daki beceriksizlere, Lefkoşa’daki utanmazlara rağmen, Kıbrıs davamızı onların ayakta tutacaklarından eminim. Neymiş? Beyefendi, Kıbrıs Türklerinin özgürlüğünü temsil eden, o kutlu sözleri beğenmiyormuş. Neymiş? 1950’lerin sloganıymış… Neymiş? Artık hükmü yokmuş, bugüne uygun değilmiş… Hayırdır Mustafa Bey? Bayrak indi de, bizim mi haberimiz mi yok? Slogan deyip geçtiğin o sözler, işkembeden atılmadı. O sözler, o bayrak oraya dikildiği gün, koca bir milletin yüreğinden kopup söylendi. İşte o nedenle, herkes sussa da biz susmayacağız, ve Mustafa Akıncı gibi rahatsız olanlara inat, diyeceğiz ki: KIBRIS TÜRKTÜR, TÜRK KALACAK! Ve her zaman, her yerde; NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!” dedi.

Gazeteler